CİNLERİN GÖRÜNÜŞÜ



CİNLERİN GÖRÜNÜŞÜ





Cin dumansız ateşten yaratılmış bizimle beraber aynı yer ve mekânda fakat başka bir boyutta yaşayan canlılardır. Dumansız alevden yaratılmışlardır. Cinler insanlar yaratılmadan evvel yaratılmışlardı. Onlar dünya üzerinde yaşıyorlar gece ve gündüz dolaşabiliyorlardı. Hz Adem(A.S) yaratıldıktan sonra Allah C.Celalehü gündüzü insanlara geceyide cinlere tahsis etti. Böylece gündüz insanlar işlerini çalışmalarını gezmelerini vs yapar gece uyurlarkan cinlerde gündüz uyurlar gecede diğer işlerini yaparlar, gezerler velhasıl uyanıktırlar. İkindi ezanıyla beraber uyanıp sabah ezanına kadar dolaşırlar. Bu aynı Türkiyede sabah olurken Amerikada akşam olmasına benzer biz daha yeni uyanıp işlerimiz için dağılırken onlarda işlerini bitirip eve dönmüş ve bir zaman sonrada uyku için hazırlığa başlamış olurlar .Böyle bir benzetme yapılabilir.






Cinler doğarlar, büyürler, ihtiyarlar küçülürler ve kaybolup giderler(ölürler). Gençleri cüsse bakımından büyük olur. İhtiyarladıkça küçülürler. Bazıları çok kuvvetli olabilir hatta 7 adet cin padişahı vardır, bunlar onların en kuvvetli olanlarıdır. Bunların bir tanesi 500-1000 cinin sahip olduğu güce sahip olabilir. Cinler cüzlere (parçalara) ayrılabilirler. Yani aynı anda birkaç yerde birden olabilirler. Bu şuna benzer bir sigara dumanı düşünün bu sigara dumanını havaya üflediğinizde onun bir parçasını elinizle bölüp ayırabilirsiniz hatta ayırdığınız bu parçayı bir torbaya koyup başka bir yere götürebilirsiniz. Çok abuk bir benzetme oldu ama sanırım olayı anlatmaya yetmiştir. Cinler Çok hızlı hareket ederler. Şöyle ki normal güce sahip bir cin dünya etrafında 8 sn. kadar bir zamanda dolaşabilir hatta güçlü olanları 3sn de bile dolaşabilir. Daha hızlı olanlarıbile mevcut olabilir?. Bu şu anlama gelebiliyor,, bir cin çok kısa bir süre içinde gidip bir şey hakkında bilgi edinip gelebilir. Eğer bir cin bir noktaya odaklanırsa bir cisme etkiyip onu delip geçebilir(fiziksel olarak). Fiziksel olarak bulunduğumuz boyuta geçebilir ve bizim gözümüze değişik şekillerde görünebilirler. Yaklaşık 99 şekle bürünebilirler. Ancak bu haliyle insanlara görünmeleri yasaktır. Bir şekilden kendi hallerine yahut başka hallere geçebilirler. Size göründüklerinde onlara nasıl muamele etmelisiniz?. Bu konuda daha ileride bilgi verilecektir. Şekilleri: insan şekline benzer görünümde yaklaşık 1 metre boylarında görünebilirler ama bu açıklama çok sınırlayıcı oldu aslında onların bizim hayatımızda hiç görmediğimiz türden şekilde olanları vardır, onlarında hayvan türünden olanları mesela at, kedi, köpek, eşek, keçi vs. eseta bu şekilde olanları vardır aynı dünyadaki hayvanlar gibidirler. O amaçla kullanılabilirler(kendi aralarında) mesela süvari olan cinler bu tür cin olan atlara binerler. Cinler şekle girerler, hatta şekle girerken bazen öyle şekilsiz şekillere girerlerki kafası koç kafasına, ayakları at ayağına arka tarafı tavşana sırtı keçiye benzeyebilir. Veya daha değişik hayvanların toplamından oluşabilir. Bazılarının kendilerine has şekilleri vardır. Mesela mezerlık perisi simsiyah olup görünüşü yaralı bir kartalı andırır, yürürkende yaralı bir kartalın yürüyüşü gibidir, tırnaklarıarı arkaya dönüktür

VEFK İLMİ



VEFK İLMİ NEDİR



Allah(CC) bir Ayet-i Kerime'de :






?Ben cinleri ve insanları, ancak beni tanıyıp ibadet etsinler diye yarattım?




Bir Kutsi Hadis'te ise :




?Ben gizli bir hazine idim. Bilinmek, tanınmak istedim, bunun için mahlukatı yarattım? demiştir.


Allah(CC) insanı kendi katında 5 Saf özellikten yarattı bunlar, Kalp, Ruh, Sır, Hafi, ve Ahfa adı verilen özelliklerdir. Bu özelliklere sahip insanlar, Cenab-ı Hak'ta bulunan sonsuz Kemal ve Cemal sıfatlarını ve bunların tecellilerini ?Esma-ul Hünsa? tabir edilen güzel isimlerinin cilvelerini, gizli ve nihayetsiz rahmet hazinelerini gördüler. Allah(CC) daha sonra yarattığı tüm insanlara ?Ben sizin Rabbiniz değil miyim?? diye sordu ve tüm insanlar bir ağızdan ?Evet sen bizim Rabbimizsin? dediler. Bunun üzerine Allah(CC) insanların sözünde durup durmayacaklarını imtihan etmek için onları dünyaya indirmeyi diledi.




Allah'a(CC) iman ediyorum ve onun birliğini kabul ediyorum demek bir iddiadır ve her iddia sahibi sınanır. Bu sınamanın bir bölümü de insanın karşılaştığı kötü durumlar, belalar ve musibetlerdir. İnsanın bu gibi durumlarda isyan etmemesi ve her şeyi Allah'tan(CC) bilmesi sınavda başarılı olmasının birinci adımıdır, ikinci adımı bunlara sabır, üçüncü adımı ise duadır.




Allah(CC) Kuran-ı Kerimdeki birçok Ayet-i Kerime'de bizi sınayacağını söylüyor ?Yoksa siz, sizden önce geçenlerin durumu başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle yoksulluk ve sıkıntı dokunmuştu, öyle sarsılmışlardı ki, nihayet peygamber ve onunla birlikte inananlar: Allah'ın(CC) yardımı ne zaman? diyecek olmuşlardı. İyi bilin ki Allah'ın(CC) yardımı yakındır? Başka bir Ayet-i Kerime'de ?Hiç sınanmadan bırakılacaklarını mı sandılar andolsun Biz, onlardan öncekileri sınadık. Elbette Allah(CC) sınayıp doğruları bildirecek, yalancıları bildirecektir? Yine bir Ayet-i Kerime'de ?Kendilerinin her yıl bir iki defa sınandıklarını görmüyorlar mı? Yine de tövbe etmiyor, öğüt almıyorlar? Son bir Ayet-i Kerime'yi örnek vererek konuya nokta koyalım ?Andolsun sizi, korku, açlık, mallarınızdan, canlarınızdan ve ürünlerinizden eksiltmek gibi şeylerle deneriz, sabredenleri müjdele?




İnsan, Allah(CC) katındaki 5 Saf özelliğiyle dünyada yaşamaya elverişli değildi, bundan dolayı 5 Saf özellik, Allah'ın(CC) sonsuz kudretiyle, dünyevi 5 maddi özelliğe çevrildi bunlar; Nefis, Ateş, Hava, Su ve Toprak'tır.




İnsanın dünyadaki görevi önce Allah'ı(CC) tanımak, birliğini kabul etmek, O'nun yardımı ve şahsi çabalarımız ile 5 Maddi özelliğimizi, asıl olan 5 Saf özelliğe çevirmektir. O'nu tanır ve bu değişimi dünyada gerçekleştirebilirsek bu bizim için en hayırlı olandır, Cennet'le ödüllendiriliriz. O'nu tanır ama bu değişimi tam olarak dünyada gerçekleştiremezsek, eksik kalan değişim ya Allah(CC) affı ile ya da Cehennem'de tamamlanabilir ve tamamlandıktan sonra Cennet'le ödüllendiriliriz. O'nu hiç tanımaz, değişim için bir caba sarf etmezsek, sonumuz ebedi olarak Cehennemdir.


Allah(CC) insanı bu değişikliği gerçekleştirebilecek kabiliyette yaratmıştır. Kuran-ı Kerim'de Adem'in(AS) yaratılışıyla ilgili Ayet-i Kerime'lerde, Allah(CC) ?Ben yeryüzünde bir halife atayacağım? demişti. Melekler de ?Orada bozgunculuk yapmakta, kan dökmekte olan birini mi atayacaksın, oysaki bizler seni hamd ile tesbih ediyoruz, seni kutsayıp yüceltiyoruz? dediler. Allah(CC) ?Şu bir gerçek ki, ben sizin bilmediklerinizi bilmekteyim? dedi ve Adem'e(AS) isimlerin tümünü öğretti. Ayet-i Kerime'lerin devamında Allah(CC) Meleklerden Adem'e(AS) ihtiram secdesi yapmaları istenir, iblis kibirlenir ve secde etmez ve kafirlerden olur, ondan başka bütün melekler Adem'e(AS) secde ederler. İblis'in anlamadığı konu, insanın bu değişim kabiliyeti idi.




Meleklerin yaratılışları itibari ile nefisleri yoktur, sadece Allah(CC) tarafından kendilerine verilen görevleri yerine getirirler, Allah'ı(CC) ya zikir ve tesbih ederler ya da kendilerine verilen görevleri aksatmadan yerine getirirler, bunların karşılığı olarak Allah'ın(CC) katında derecelerinde bir değişiklik olmaz. İnsan ise ibadetleri ve hizmetleri karşılığı derecelerini yükseltebilir ve Allah'a(CC) meleklerden daha fazla yaklaşabilir, hizmet etmeyerek, derecesini aşağıların aşağısına da indirebilir. İşte bu özelliğinden dolayı Allah(CC) Adem'in(AS) zatında insana meleklerin bilmediği isimlerin tümünü öğretti ve meleklere ihtiram secdesi yaptırttı.


Allah(CC) Kainatta bu değişim için gereken bütün maddi ve manevi ortamı hazırlamıştır. Bu ortamda insanlardan başka bir çok varlık yaratmıştır, bunlar Ruhaniler ve Cismaniler'dir.








Ruhaniler : Melekler, Cinler ve Şeytanlardır.






Cismaniler : İnsanlar, Hayvanlar, Bitkiler ve Cansızlardır.






Manevi yardım olarak Peygamberler ve Kutsal Kitaplar göndermiştir, yaratılan her şey Allah'ın(CC) emriyle insanın bu değişimi gerçekleştirmesine yardımcı olmaktadır. Kutsal kitaplar, bu değişimin nasıl gerçekleştirileceğinin teorik yollarını göstermiştir. Peygamberler, bu değişimin nasıl gerçekleştirilebileceğinin hem teorik, hem de pratik yollarını öğretmiştir. Hayvanlar, bitkiler ve cansızlar insanın hayatta kalması için gereken ortamı sağlamıştır. Melekler, bu ortamın devamlılığı için Allah'ın(CC) kendilerine verdiği vazifeleri yaparlar. Müslüman ve Salih Cinlerle beraber Melekler, insanlar kendilerinden maddi ve manevi yardım istedikleri zaman Allah'ın(CC) izniyle yardıma koşarlar. Şeytanlar, kafir cinler ve bunlara uyan kötü insanlar bu değişime engel olmak için ellerinden gelen bütün kötülüğü yapmaya çalışırlar, fakat bazen istemeden bu değişime olumlu yönde yardımcı olurlar. Kafir cinler, şeytanlar ve bunlara uyan kötü insanlar, insanlara kötü şeyler ilham ettiklerinde ya da kötülüğe sevk ettiklerinde, insanlar onlara karşı koyar ve Allah'ın(CC) yolundan ayrılmaz iseler dereceleri artar, böylece kafir cinler ve şeytanlar istemeden insana yardımcı olurlar.








İnsan, imtihan ve değişim için dünyaya indirildiği zaman Allah(CC) katında yaşanan tüm olaylar kendisine unutturuldu ve dünyada hayatını devam ettirebilmesi ve değişimi gerçekleştirebilmesi için kendisine 3 temel duygu verdi.






1. İnsana menfaati ve faydası dokunan şeyleri elde etmesi için şehvet duygusu.






2. İnsana zararı dokunacak şeyleri uzaklaştırması için gazap duygusu.






3. Yararlı ve Zaralı şeyleri, iyiyi ve kötüyü ayırabilmesi için akıl.




Bu duygulara din vasıtasıyla belli bir sınır çizilse bile, yaratılıştan bir sınır konulmamıştır, yani insanın yaratılışı gereği istekleri hiç bitmez. Bir Hadis-i Şerif'te : ?İnsanın bir vadi dolusu altını olsa, bir vadi daha ister. Onun gözünü sadece toprak doyurur? der. İnsan doyumsuzdur ve sadece ölürse istekleri biter demektir.


İnsan yine yaratılışı itibariyle acelecidir, sabretmeyi sevmez, istediği her şeyin hemen gerçekleşmesini ister. Sonsuz isteklerini gerçekleştirmek için her şeyi dener, çalışır çalışır ve sonunda dünya işlerine dalarak Allah'ı(CC) yaratılış sebebini ve dünyadaki görevini unutur. Halbuki dünyadaki her şeyle beraber insanın sahip olduklarını, istediklerini ve sahip olacaklarını yaratan ve insana veren Allah'tır(CC) İstediği bir şeyi elde etmek için bir çok sebebe sarılır, çabalar ama bazen en büyük ve en önemli sebep ve yardımı unutur. O'nun yardımını ve vaadini. Allah(CC) görevini tamamlaması için, halifesi olan insanı dünyaya gönderdiği zaman tüm Kainatı, kendi izniyle onun emrine verdi. Allah(CC) Bir Ayet-i Kerime'de ?O, yeryüzünde olanların hepsini sizin için yaratandır? başka bir Ayet-i Kerime'de ise ?Göklerde ve yerde ne varsa hepsini Allah'ın(CC) sizin hizmetinize sunduğunu, görünen ve görünmeyen nimetlerini size bolca verdiğini görmediniz mi?''der.




Biz bu büyük hazineyi ve yardımı kullanmayı unutmayalım, kısacası bitmez tükenmez bütün ihtiyaçlarımızı Allah'tan(CC) isteyelim, çünkü bizi O yarattı tüm ihtiyaçlarımızı karşılayacağını vaat etti ve biz onun kullarıyız.






Allah'ın(CC) yardımını dua ile elde ederiz. Dua eden insan önce şunu bilmeli, onu bir yaratan var, onun neye, ne zaman, ne kadar ihtiyacı olduğunu ondan daha iyi bilir. Bir habere göre Allah(CC) şöyle der ?Ey Ademoğlu, sen bir şey murad edersin, ben de murad ederim ve ancak benim murad ettiğim tahakkuk eder. Eğer sen benim muradıma teslim olursan, senin muradını sana veririm. Eğer benim muradım hususunda benimle münazaa (mücadele, çekişme) edersen, senin muradını başına geçiririm. Sonra yine benim muradım tahakkuk etmiş olur? İnsan bunu tam idrak ederek, içinde bulunduğu durumu yaratanın Allah(CC) olduğunu bilmeli, ona verilen her şeye şükretmeli ve ihtiyacını Allah'a(CC) ısrarla arz etmelidir. Allah(CC) bir Ayet-i Kerime'de şöyle buyurmaktadır ?Kullarım sana benden sorarlarsa ben yakınım, gerçekten çok yakınım. Dua edenin çağrısına, bana çağırıp yakardığı anda cevap veririm. Hadi onlar da bana karşılık versinler, bana inansınlar ki doğruyu ve iyiyi bulabilsinle? Başka bir Ayet-i Kerime'de ?Kim Allah'tan(CC) korkarsa, Allah(CC) ona bir çıkış yolu ihsan eder ve ona beklemediği yerden rızk verir. Bir Hadis-i Şerif'te ise Peygamber Efendimiz şöyle söylüyor ?Kim Allah'tan(CC) devamlı olarak af dilerse Allah(CC) onun için, her darlıktan çıkacak bir yol ve her üzüntüden kurtaracak bir sebep gösterir ve onu beklemediği bir taraftan rızıklandırır?


Dua, Allah'a(CC) yöneliş, niyaz ve yalvarıştır. Dua kulluğun ruhudur ve halis bir imanın sonucudur. Dua eden insan, bütün Kainata hükmeden birinin varlığını kabul ediliyor, küçük büyük tüm yakarışları, duaları duyduğunu kabul ediliyor, küçük büyük bütün işleri gördüğünü kabul ediliyor. Bütün yaratıkların halinden, durumundan haberdar olan, bütün Dualara yakarışlara cevap veren ve yarattıklarını dünyada yalnız bırakmayan birinin varlığını kabul ediliyor ama ne yazık ki insanlar yaşadıkları olayları ya da başlarına gelen iyi veya kötü şeyleri bela ya da mükafat olarak değerlendirmekte çok acele ederler. Bir Ayet-i Kerime'de ?Belki de hoşunuza gitmeyen bir şey sizin için daha hayırlıdır. Belki hoşunuza giden bir şey de sizin için daha kötüdür. Allah(CC) bilir, siz bilmezsiniz? Yine bir Hadis-i Şerif'te ise ?İçinizden birinin ayakkabısının bağı kopsa, onun için Allah'a(CC) dua etsin. O da başa gelen musibetlerden birisidir? der. Başka bir Hadis-i Şerif'te ?Mümin'e isabet edip de onun hoşlanmadığı her şey musibettir?




Bazı insanlar karşılaştıkları problemler ve sıkıntıların ağırlığına dayanamaz, umutsuzluğa düşerler hatta intihar ederler. Bu gibi insanlar şu ayeti bilmiş olsalardı belki hayatları değişecekti ?Allah(CC), bir kimseye ne vermişse ancak onu yükler. Kimseye gücünün üstünde bir şey yüklemez. Allah(CC) bir güçlükten sonra bir kolaylık yaratacaktır? Yine şu da unutulmamalıdır, başa gelen her şey kendisinden önceki günahların sonucu ve temizleyicisi ve kendinden sonraki mükafatın başlangıcıdır.


Aslında önemli olan başa bela ve musibet gelmeden önlem almaktır, geldikten sonra şöyle ya da böyle bir çözüm bulunur çünkü Allah(CC) her şeyi çift yaratmıştır; siyah ? beyaz, güzel ? çirkin ya da hastalık ve deva. Bunlardan biri olmasaydı diğerini bilemezdik. En önemlisi başımıza gelen her şeyin bir imtihan olduğunu unutmamalıyız. Bela ve musibete uğramamak için alabileceğimiz önlemlerin bazıları şunlardır.




1. Sadaka vermek.






2. Dua etmek.






3. İbadetlerimizi aksatmamak.






4. Tövbe ederek Allah'a(CC) sığınmak.






5. Bela ve musibetlere sabrederek Allah'a(CC) tevekkül etmek.






6. Allah'ın(CC) tüm nimetlerine şükretmek.






7. Allah'ın(CC) dinine hizmet etmek.






8. Başkalarının başına gelen bela ve musibetlerden ders almak.






9. İnsanlara zulmetmemek.






10. Tevazu sahibi olmak, kibirli olmamak.




Şunu da unutmamak gerekir ki duaların kabulü istenilen şeyin kadere uygun olmasına bağlıdır, duada istenilen şey ilahi kadere uygun değilse, Allah(CC) o kulunun kalbine bir huzur ve rahatlık, göğsüne bir genişlik ve mevcut belaya tahammülünü kolaylaştıracak bir sabır verir. Ayrıca şuna da çok dikkat etmek gerekir, insanın başına bir bela ya da musibet geldiğinde isyan ederse Allah'ın(CC) fiillerini eleştirmiş, rahmetini suçlamış ve hikmetini beğenmemiş olur. Şikayet O'na olmalı, O'ndan olmamalı. Allah(CC) en büyük belaları önce Peygamberimize(SAV) daha sonra diğer Peygamberlerine, sonra velilerine, daha sonra sevdiği kullarına verir. Bunu sebebini Buda'nın bir sözüyle anlatayım, Buda diyor ki Elmas nasıl işlenmeden değer kazanmaz ise insan da acı çekmeden olgunlaşamaz. O bizim hiçbir zaman acı çekmemizi, üzülmemizi ve kötü bir şey yapmamızı istemez. Tam olarak sebep ve hikmetlerini anlayamasak bile bizim için en iyi olanı verir, ama o an insan bunu tam olarak bilemez. Kutsi bir Hadis-i Şerif'te Allah(CC) der ki ?Benim ehli zikrim (beni daima zikir edenler) meclisimde bulunanlardır. Benim ehli ta'atim (emirlerime uyanlar) keramet ehlimdir. Benim ehli ma'siyetimi (günah işleyen kullarımı) umutsuz ve üzgün bırakmam. Tövbe ederlerse onların da sevgilisiyim. Eğer, tövbe etmezlerse, onların tabibi olurum. Onlara belalar müptela ederim ve ayıplardan pak ederim?




Peki hoşlanmadığımız bir durumda nasıl dua edeceğiz, onu da bir başka Hadis-i Şerif'ten öğreniyoruz. Hz Muhammed'in(SAV) mescidinin kandili sönmüştü, yeniden yakmak için ayağa kalkarken ?Şüphesiz hepimiz Allah'tanız(CC) ve O'na geri döneceğiz? mealindeki ayeti okur. Arkadaşları bu ayetin bir bela ya da musibetle karşılaşınca okunduğunu bildikleri için O'na sorarlar ?Ey Allah'ın elçisi, kandilin sönmesi gibi basit bir olay da bir bela, bir musibet midir?? O da cevap verir ?Evet Mümin'e eziyet veren, onu üzen her şey, onun için bir musibettir? Söylediklerimizi teyid eden bazı Hadis-i Şerifler de şunlardır ?Mümin kişiye bir ağrı, bir hastalık, bir üzüntü hatta ufak bir tasa isabet edecek olsa Allah(CC) onun sebebiyle Mümin'in günahından bir kısmını bağışlar? ?Kendisine baş ağrısı, acı veren bir diken veya benzeri bir şey isabet eden bir Mümin yoktur ki bu sebeple Kıyamette Allah(CC) onun derecesini arttırmasın ve bunu günahına kefaret kılmasın? Kuran-i Kerim'de Allah(CC) şöyle der ?Ki onlara bir bela eriştiği zaman Biz Allah(CC) içiniz ve biz O'na döneceğiz derler. İşte Rablerinden bağışlamalar ve rahmet hep onlaradır ve doğru yolu bulanlar da onlardır? Bir Hadis-i Şerifte ise Peygamber Efendimiz şöyle söylüyor ?Felaket anında okunmak üzere başka ümmetlere verilmeyen bir şey, benim ümmetime verildi Biz Allah(CC) içiniz ve O'na döneceğiz? Yani ?İnna lillahi ve inna ileyhi raciun?


Bu da unutulmamalı ki başa gelen bütün kötü şeyler insanı Allah'a(CC) yaklaştırır. Hastalandığımız zaman hemen doktora gideriz ve tedavi olma yollarını ararız, yani çözümün olduğu mercie yaklaşırız, başa gelen belalarda ya da bela diye adlandırdığımız durumlarda da Allah'a(CC) yönelir Ondan yardım isteriz bu da bizi O'na yaklaştırır. Biz de Allah(CC) ile ilişkilerimizi gerektiği gibi kuvvetlendirirsek onun yardımı ile problemleri çözeriz, kuvvetlendirmezsek ise battıkça batarız ama battığımızın farkında olmayız, bu açıdan baktığımızda problemler insanlar için müthiş bir fırsattır. Yakınlığımızı arttırıp belirli bir konuma geldiğimizde o konumumuzu korumamız da gerekir. Peki bunu nasıl yapacağız? Nasıl yakınlığımızı arttıracağız? Biz bu duruma nasıl geldik? Nasıl Allah'tan(CC) uzaklaştık? Tüm bunları düşününce özgür irademizle aldığımız kararların sonunda bu duruma geldiğimizi görüyoruz, peki doğru kararları nasıl alcağız, doğru kararlar almak için gereken düşünce sistemini nasıl öğreneceğiz. Maddi alanlarda olduğu gibi manevi alanlarda da başarının anahtarı doğru kararlar almaktır. İnsanlar hayatları boyunca aldıkları küçük büyük tüm kararları belirli bir düşünce sistemini kullanarak alırlar. Küçük kararları alırken kullandıkları düşünce sistemini bilerek ya da bilmeyerek büyüklerinde de kullanırlar Bu düşünce sistemini oluşturan unsurlar, aile, eğitim ve çevredir, bu sistemi maddi ve manevi tüm kararlarımızda en önemlisi Allah(CC) ile aramızdaki ilişkide de kullanırız. Maddi veya manevi alanda ya da ikisinde de başarılı olmak için, insanla Allah(CC) arasındaki ilişkiyi bilmek ve belirli bir düşünce sistemine sahip olmak gerekir.


Allah(CC) kainatı, cinleri ve insanları yarattıktan sonra, yaratılmışlara kendisini Esma ül Hüsna'sı ve sıfatları ile tanıttı. Rahman ismi ile dünyada mümin ya da kafir ayırt etmeksizin herkesin rızkını veren olduğunu, Rahim ismi ile ise haşir ve karar gününde sadece müminleri affedecek olanın O olduğunu anlatır. Bütün isimler ve sıfatlar incelendiğinde ve üzerinde düşünüldüğünde ise şu anlaşılır: Her şeyi yaratan, her şeye sahip olan O'dur, yani maddi ve manevi alanda başarı için gereken her şeyin sahibi O'dur. Başarılı olmak için neye ihtiyacımız varsa O'nda, O bunları isteyene karşılıksız vermeye hazır çünkü O kendisinin Latif ve Kerim olduğunu söylüyor. O zengindir, zengin edendir. Her şey O'nda ve ne kadar güzel ki biz de onda olan her şeye muhtacız.


İnsan yaratılmışların en güzeli, en iyisi, Allah'ın(CC) yarattığı bir şaheser, bir seçilmiş, üzerinde titrenen, her şey emrine verilen, bunların karşılığında bedel istenilmeyen Allah'ın(CC) yeryüzündeki halifesi ve emanetçisi, onun başarılı olması için yer gök çaba gösteriyor, onun maddi ve manevi alanda başarılı olması için her gün adetsiz melekler çalışıyor ve yaratılıyor herkes üzerine düşen vazifeyi eksiksiz yerine getiriyor, güneş ben bugün doğmak istemiyorum demiyor ya da melekler biz bu gün grevdeyiz demiyorlar. Allah(CC) insanların imtihanı için gereken bütün ortamı hazırladıktan sonra insanları topladı ve sordu ?Ben sizin Rabbiniz değil miyim?? İnsanlar da cevapladı ?Evet sen bizim Rabbimizsin? dediler. Sonra Yaratan ve Yaratılan belli oldu, herkesin konumu belirlendi. Yaratan Rab, yaratılan Kul, Rab kuluna her şeyi, yaratılışını, yaratılışının nedenini anlattı, en önemlisi yaratılışının gereği olarak nasıl düşünmesi, nasıl davranması ve nasıl yaşaması gerektiğini anlattı, isimleri öğretti. Kul bütün bunlara tamam dedi, anladım dedi, sonra bu sınanmak istenildi, sınav için dünyaya gönderildi ve anlatılan her şey ona unutturuldu.


Allah(CC) cinleri ve insanları bu şekilde muhatap kabul etmesinin altında yatan neden onların özgür iradelerinin olması idi. İnsanlardan başka yaratılanların hepsi Melekler, hayvanlar ve diğer cansızların özgür iradeleri olmadığı için Allah'ın(CC) katındaki derecelerinde bir değişiklik olmaz ve Allah'a(CC) olan uzaklıkları sabittir nasıl yaratılmışlarsa öyledir. İnsanın derecesinin artması ise yaratılışının gereklerini yerine getirmesi ve yaratılışına göre davranmasına bağlıdır. Milyonlarca Lira verip aldığımız bilgisayarı gerektiği gibi kullandığımızda onun değerini anlar ve korunmasına özen gösteririz, işte böyle hayatımızı kolaylaştıran şeyleri severiz ve kendimize yakın tutarız. Bütün dünyayı tanımamıza yardımcı olan, bilgimizi ve dünya görüşümüzü geliştirmemize yarayan televizyonu kalkıp ta akvaryum olarak kullanırsak maddi olarak değerinden bir şey kaybetmez ama ondan gerektiği gibi yararlanamayız ve değeri bizim gözümüzde azalır bu da ona olan yakınlığımız ve sevgimizi öldürür ama ne zaman gerçek vazifesini yerine getirir ve imalat amacında kullanırsak tam tersi olur. Allah(CC)indirdiği kitapları, Peygamberleri ve Salih kulları vasıtasıyla insanların yaratılışları gereği nasıl davranmaları gerektiğini bize hatırlatıyor, tek yapmamız gereken verdiğimiz söze uymak, yaratılışımızın gereklerini yerine getirmek. Allah(CC) bizi seviyor, isteseydi tüm bunları bize hatırlatmazdı. O bizi gerçekten çok seviyor ama biz verdiğimiz sözü tutmuyoruz her şey bize zor geliyor, doğruyu ölünce anlayacağız, gözlerimiz o zaman açılacak.




Anne ve çocuk arasında ilişki Allah(CC) ile insan arasındaki ilişkinin bir yansımasıdır. Çocuk belirli bir yaşa geldiği zaman annesi ya da babası onun elinden tutar, okula götürür, sırasına oturtur, bundan sonra belirli saatlerde ve günlerde bu okula gelip eğitim alacağını söyler, iyi bir eğitimin gelecekteki hayatı için ne kadar önemli olduğunu anlatmaya çalışır, bunu anlamayan çocuk genelde ağlamaya başlar, okula gitmek istemez ama anne veya baba zorla da olsa onu okula gönderir çünkü onlar bunun doğru olduğunu bilirler ve hiçbir zaman çocuklarının kötülüğünü istemezler. Bu ve buna benzer birçok şeyi bize yapmamızı söylerler ve bunların çoğu bize zor gelir, çoğuna itiraz ederiz ama eninde sonunda onların dediği olur. Belirli bir yaştan ve eğitimden sonra ebeveynlerimizin hiçbir zaman bizim kötülüğümüzü istemediğini, bizden yapmamızı istedikleri şeylerin aslında bizim iyiliğimiz için olduğunu anlarız. Genelde hatalar yapar ve onların sözünü dinlemeyiz onlar da tabiri caiz ise yola getirmek için bazen bizi döverler, bizi sevmediklerini söylerler, bazen de bizim istediklerimizi yapmazlar ya da geç yaparlar. Bu gibi anlarda bile bizi sevdiklerinden kesin eminizdir. Bu ve buna benzer yollarla bizi yola getirmeye çalışırlar Allah(CC) da buna benzer yollar kullanır. Ebeveynler sahip oldukları her şeyi çocukları için harcarlar ve bunun için bir karşılık beklemezler, çocukların tek yapmaları gereken ebeveynlerini sevmek ve istemektir. Dikkat edin çocuklar ebeveynlerinin sözünden çıkmayıp onları sevdikleri zaman tüm kapılar sonuna kadar onlara açılır. Biz de çocukların anne ve babalarından bir şey istedikleri zaman kullandıkları stratejileri iyi gözlemlemeliyiz ve aynı tekniği kullanarak isteklerimizi Allah'tan(CC) istemeliyiz. Çocuk bir şeyi isteyeceği zaman önce ister verilmeyince yalvarır, ağlar, inler anne ve babasının ayaklarına kapanır ve daha bir çok şey yapar eğer istenilen şey ebeveynlerinin onun için hazırladıkları geleceğe uygunsa, onun hayrınaysa ve istenilen şey imkanları dahilinde ise istediğini alır. Şunu da unutmamak gerekir eğer anne veya babamız bir istediğimiz yerine getirebilecek durumda iken yerine getirmiyor ise muhakkak bu bizim hayrımıza değildir.






Bu ilişkiyi daha iyi anlayabilmek için Allah'ı(CC) daha iyi tanımamız gerekir, onun varlığına birliğine kesin ve şüphesiz inanmamız gerekir, bizi nasıl ve hangi özelliklerde yarattığını bilmemiz gerekir, emir ve yasaklarının ne anlama geldiğini bilmemiz gerekir. Emrettiklerini neden emretmiş, yasakladıklarını niye yasaklamış, tüm bunları anlamak için çalışmak gerekir. Bunları öğrenip tatbik ettikten sonra, gerekenleri yapıp istediklerimizi Rabbimizden gönül rahatlığı ile isteyebiliriz ve Rabbimiz isteklerimizi inşallah geri çevirmeyecektir. Allah'ın(CC) tüm emir ve yasakları akla uygundur ve tüm bu emir ve yasaklar insanın imtihanında başarılı olması için konmuştur. İmtihan özgür irade ile Allah'ı(CC)tanımak idi her şey bize unutturulacak ve özgür irade kullanılarak dünyaya ait beş özelliği çalışarak asıl 5 saf özelliğe dönüştürüp Allah'a(CC) ulaşılacak, insan saf işte, imtihanı kabul etti.




Şöyle düşünelim, tüm sokaklarda bir toplantıdan bahseden broşürler dağıtılıyor bu toplantıya tüm dünyadaki herkes davetli, yemekten içmeye her şey bedava, inanılmaz zevklerin sınırsız yaşanabileceği gibi reklamlar yapılmış ve dünyanın en meşhur kadın erkek sanatçıları, orada ve tek katılım şartı temizlenmek, erkek için takım elbise kravat, kadın için tayyör giymek, üstelik giriş ücretsiz. Bu broşürü görenler, çağrıyı duyanlar kulaklarına inanamıyor bazıları gitmek istiyor, bazıları bu saçmalık ta nedir diyor.


İnanıp gitmek isteyenler, imkanları elverdiğince temizliğini yapıyor aldığı takım elbiseyi ve kravatı takıp partinin yapılacağı yere gidiyor, bazıları binlerce dolar ödemiş, emek sarf etmiş en pahalı giysileri almış, bazıları ise ikinci el giysileri almış oraya gelmiş. Görevliler temizlenmiş ve kurallara göre giyinmiş herkesi ayırım yapmadan partiye alıyor. Partinin varlığına inanan ama herhangi bir sebepten dolayı şartları ya yarım yerine getiren ya da hiç getiremeyenler için ayrı bir bölüm hazırlanmış orada eksikler tamamlanıyor ve partiye gönderiliyor tabiî ki orada eksik tamamlama işlemi evinde ya da hazırlandığın yerdeki gibi rahat değil, çok zor ve meşakkatli bir iş ama en önemlisi partinin varlığına inanıp kapıya giden boş dönmüyor parti sahibinin ihsanı ile eksikler kolayca tamamlanıp partiye alınıyor, söylediğim gibi inanıp giden boş dönmüyor. Bizde Allah(CC) varlığına inanalım elimizden geldiği kadar onun emirlerini yerine getirelim ve ona tevekkül edelim ve affını dileyelim. Toplantının yapılacağı zaman Kıyamet günü. Mekan Cennet. Eksikliklerin tamamlandığı yer Cehennem. Bu açıdan bakıldığı zaman Cehennem bile inanmış insanlar için ne kadar büyük bir nimet.




Antony Robbins, Amerikalı bir kişisel gelişim uzmanı, İçindeki Devi Uyandır ve Sınırsız Güç adlı kitapların yazarıdır. Bir kitabında şunu anlatıyor, deniz kenarında aldığı şatoya piyano satın almış, piyanoyu akort eden görevli bir ya da iki ay sonra piyanonun yeniden akort edilmesi gerektiğini söylüyor, o da bildiği kadarıyla akordun sadece montaj sırasında yapılması gerektiğini anlatıyor, uzun tartışma sonucu akordu yapan görevli, evin deniz kenarında olduğunu, ortamın daima nemli olduğunu bundan dolayı tellerin esneyeceğini söylüyor. Yazar bu konuşmadan motive ettiği insanları ara ara tekrar motive etmesi gerektiğini anlıyor. Namazın günde 5 vakit olmasının da sebebi budur. Şimdi biz zikir (zikirden amaç sadece Allah(CC) isimlerini söylemek değildir, namaz kılmak, dua etmek de zikirdir) ederek kendimizi motive ediyoruz ve Allah(CC) ile aramızdaki mesafeyi azaltıyoruz derecemizi yükseltiyoruz. Bu ilişkiyi devamlı hale getirmek ve bulunduğumuz mevkide sabit kalmak istiyorsak kendimizi devamlı motive etmeliyiz.




Günahlarımızın büyük bir kısmı Allah(CC) sonsuz rahmetinin bir göstergesi olarak affedilir . Bir kısmı ise Allah'ın(CC) ?El Adl? (Kulları arasında adaletle davranan, sonsuz adalet sahibi) isminin gereği olarak cezalandırılır. Ceza ya dünyada ya da ahirettedir, ahiretteki cezalandırmayı herkes biliyor dünyadaki cezalandırma ise küçük büyük bela ve musibetlerdir ve bunlar insana bir uyarıdır, gittiği yolun yanlış olduğunu ve hemen kendini düzeltmesi gerektiğini anlatır.




Tüm bunlardan anladığımız şu ki başa gelen her kötü şey günahlarımız yüzünden yani yaratılışımızın gereği davranmamamızdan dolayı başımıza gelmektedir. Kura'n-i Kerimde ?Başınıza gelen herhangi bir musibet kendi ellerinizin yaptığı işler yüzündendir. Allah(CC) hatalarınızın birçoğunu affeder. Sana gelen her iyilik Allah'tandır(CC) sana gelen her kötülük de kendindendir? Bununla ilgili bir Kudsi Hadis-i Şerif ise ?Ey kullarım! Sizden kim bir hayırla karşılaşırsa Allah'a(CC) hamd etsin. Kim de hayır değil de başka bir şey bulursa kendinden başka bir şeyi kınamasın? Diğer bir Hadis-i Şerif'te ?Dünyada bir bela ile karşılaşan bir kul yoktur ki, bu günahı sebebi ile olmasın. Allah(CC) ise kerim ve af yönüyle çok büyüktür ve o günahı sebebi ile kıyamet gününde tekrar ona hesap sorsun, bu olmaz?




Allah(CC) Peygamberleri, Velileri, Salih kulları vasıtasıyla ve indirdiği Kutsal kitaplarda O'na nasıl ve hangi şartlarda Dua etmemiz gerektiğini bize öğretmiştir. Tüm Peygamberlerin, Sahabilerin ve Velilerin hayatlarında sözlü, yazılı ayrıca hem sözlü hem yazılı dua örnekleri vardır. Allah(CC) sonsuz bilgisiyle ezelden ebede kadar olacakları, hangi kulunun ne zaman ne yapacağını, kaza ve kaderi Levh-i Mahfuz'a yazmıştır. Buna hangi kulun ne zaman hangi dua'yı edeceği de dahildir. Allah(CC) yarattığı küçük, büyük her şeyin idaresi için görevli melekler yaratmıştır, bu meleklere Müdebbirat melekleri adı verilmektedir. Bunlar maddi Alemin nizam ve düzeninde, ilahi kudret ve iradenin tasarrufunu tatbike görevlidirler. Alemin seyrinde ve gelişmesinde vazifelidirler. Başlıca yer ve gök melekleri diye ikiye ayrılırlar. Kullar dua ettiği zaman isteğini yerine getirmesi için bu melekler Allah'ın(CC) izni ile hemen harekete geçerler.








Vefk vasıtasıyla istek talep edilecekse oluşturulacak vefkin hizmetlilerinin adını bulmak, yemin ve dua vasıtası ile onları harekete geçirmek, Dua'yı bir nüsha haline getirip taşımak ve Esmalarını gereken saatlerde okumak Dua'nın tesirini arttırır ve Allah(CC) katında kabulünü hızlandırır.




Bu Web Sayfası, okuyucuya çabuk tesir eden Duanın nasıl hazırlanacağını, Allah'ın(CC) izniyle çabuk kabul edilmesi için nasıl ve hangi şartlarda dua edilmesi gerektiği hakkındadır.




Allah'ı(CC) sevelim, çünkü seven sevdiğinin kapısından boş çevrilmez, çünkü seven sevdiğinin her istediğini yapar. Kısaca Duanın kabulü Allah'ı(CC) ne kadar çok sevdiğimize ve onun emirlerini ne kadar yaptığımıza bağlıdır



GERÇEK BÜYÜCÜNÜN ANTOMİSİ


GERÇEK BÜYÜCÜ NEDİR



Çoğumuz büyücüleri, peri masallarındaki gibi iki büklüm olmuş, elindeki sopaya dayanarak yürüyen ihtiyar ve çirkin kadınlar olarak düşünürdük. Bazen de onları, kocaman bir kazanın içinde büyü otları kaynatan, ateşin üstünde tütsüler yakan, süpürge sopalarına binerek havalara uçan cadılar şeklinde gözlerimizin önüne gerirdik. Sonra bir gün hayatımıza Harry Potter girdi ve zihnimizdeki büyücü resmini yeni baştan çizdi. Artık onları, kendilerine ait bakanlıkları, hastahaneleri, okuları olan ve bizim dünyamızda gizli gizli yaşamlarını sürdüren insanlar olarak hayal ediyoruz.


Oysa büyücüler, masallarda ya da Harry Potter kitaplarında anlatılanlar gibi uydurma kişiler değildir. Onlar insanüstü büyülü güçleri sayesinde başkalarına zarar verdikleri ya da yardımda bulundukları sanılan gerçek kişilerdir. Bu yazıda geçmişten günümüze kadar gelen geçek büyücülerin hikayesini bulacaksınız...






Günümüzde sadece Asya ve Afrika'nın vahşi ormanlarında değil, Avrupa ve Amerika'nın uygar kentlerinde bile mesleklerini sürdüren çağdaş büyücüler vardır. Bize anlamsız gelen garip şarkılar mırıldanıp anlaşılmaz dualar okuyarak iyi ya da kötü büyüler yapmaya çalışırlar. Aşıkları birbirine kavuşturur, tedavisi olmayan hastalıklara büyülü ilaçlar hazırlarlar. Bazıları iyilik yapmaya çalışan büyücüler olarak tanınırsa da, büyük bir bölümü korkunç büyülerle insanlara felaket getiren kötü kişiler olarak bilinirler.






Büyücüler zaman zaman korkunç işkencelere çarptırılmışlar, bazen de suçsuz insanlar büyücülükle suçlanarak boş yere öldürülmüşlerdir. Geçmiş zamanlarda yöneltilen bu suçlamalar, fırtınalar yaratmak, gemileri batırmak, tarla ürünlerini yok etmek, korkunç kazalara neden olmak ya da bulaşıcı salgın hastalıkları çıkarmak gibi nedenlerden kaynaklanıyordu. Bu insanlardan bazıları, bir bakışta karşısındakin"öldürebilecek güçte "Kötü Gözlere" sahip olmakla da suçlanmışlardır. Bu kişilerin, çoğu zaman kendilerini eğlendirmek için bile kötülük yapmaktan çekinmedikleri, örneğin, karabasanlı düşlere sebep oldukları, evlerdeki sütleri ekşittikleri, bezelye ya da nohutları kurtlandırdıkları sanılmıştır. Başkalarıyla alay etmek, onların uğradıkları felaketlerden zevk almak büyücülerin en büyük eğlencesi olarak kabul edilmiştir. Bunları yapmak için de yarasa kanı, ölü eti, balık ve fare ölüleri kullandıkları ileri sürülmüştür.


Tüm başarısızlıkların, yangın ve su baskınları gibi felaketlerin nedeni, büyücülerin kötü büyülerine yüklenerek çözümlenmek istenmiştir. Eğer, tüm büyücüler ortadan kaldırılacak olursa, dünya üzerindeki herşeyin yolunda gideceği düşünülmüştür. Büyücülükle suçlananlar genellikle kadınlar olmasına karşın, bazen erkekler ve çocuklar da aynı suçlamalarla karşı karşıya kalmışlardır.




En korkunç olan nokta, eski çağlarda herhangi bir kimseye, haklı ya da haksız "Büyücü" adı takılabilmiş olmasıdır. O dönemlerin ortak inancına göre; büyücüler tıpkı normal insanlar gibi davranırlar, onlar gibi gezip yürürler ve gerçek kişiliklerini titizlikle gizlerlerdi. onların kolayca şekil değiştirebildiklerine, örneğin, çok güzel bir genç kadın ya da ihtihar bir dilenci olarak görünebildiklerine, hatta istedikleri anda bir hayvan ya da böcek şekline girebildiklerine inanılmıştır. Bu nedenle herhangi bir kimse, örneğin bitişikteki komşu, yakın bir akraba ya da arkadaş, iki yaşantılı bir insan olabilirdi. Gündüzleri Ahmet, Mehmet ya da Ayşe, Fatma olanlar, geceleri korkunç birer canavar şekline bürünebilirlerdi. O halde, bir kimsenin büyücü olup olmadığı nasıl anlaşılacaktı?






Geçmişteki Büyücüler




Binlerce yıl önce, Babil, Mısır ve Asur'daki erkek ya da kadın tüm büyücüler, geleceği görmelerine yardım eden insanüstü güçlere sahip olduklarını öne sürerlerdi. Gökyüzündeki yıldızları, kuşların uçuşlarını inceleyerek, el falına bakıp avuçtaki, yüzdeki, vücuttaki çeşitli benlerden anlam çıkarmaya çalışarak geleceği saptamaya çalışırlardı. Ayak izlerinden, kişilerin kullandıkları eşyalardan kalem ya da boya ile çizilmiş resimlerden, tütsülerden, kokulu otlardan yararlandıklarını söylerlerdi. Ayrıca çeşitli ilaçlar, zehirler, mutluluk, mutsuzluk ve aşk iksirleri satarlardı. Krallar, hükümdarlar bile zamanın büyücülerine önem verirler, onların düşüncesini almadan hiçbir işe girişmek istemezlerdi. Hatta savaşa girmeden önce, özel kahin-büyücülerine danışıp aldıkları yorumlara göre hareket ederlerdi.


Bu tür kahin-büyücüler, sihirbazlık ve falcılık da yaparlardı. Uzak yerlerdeki herhangi bir kişinin ne yaptığını, nerede olduğunu ve hatta ne yapmak istediğini bile söyleyebileceklerini öne sürerlerdi.


Eski İbraniler de büyücülüğe inanırlardı. Tevrat'taki, "Büyücüleri aranızda yaşatmayın!" sözleri, Avrupa ve Amerika'da korkunç bir büyücü avının başlamasına neden olarak binlerce kişinin öldürülmesine yol açmıştı.






Eski Yunan büyücüleri, ay ve ölüm tanrıçası olarak tanıdıkları HECATE 'nin kendilerine kuvvet verdiğini sanırlardı. Bu büyücüler, güya büyük bir sihirbazlık hüneriyle hortlakları ayaklarına çağırırlar; insanları deli ederler; çeşitli otlardan tehlikeli zehirler yapar ve ölü eti yerlerdi. Bu gibi, tehlikeli büyücüler, Yunanistan'ın en çok "Tesalya" bölgesinde bulunurdu.




Yunanlıların kötü büyücüleri olduğu gibi iyi büyücüleri de vardı. Bunlar tarlalardaki ürünlere bereket getirirler, savaşlarda düşmanı yenik düşürürlerdi. Bazıları, gemicilere "Rüzgar Torbaları" satarlardı! Denizlerde ansızın rüzgar kesildiği zaman yelkenli gemilerin hareket etmelerine olanak olmadığından, en iyi çare, büyücülerin kuvvetine inanmaktı!


Rüzgar satan büyücüler, insan üstü bir güçle topladıklarını söyledikleri rüzgarları, kumaş torbalar içine üçer gemici düğümüyle bağlayarak gemicilere satarlardı. Düğümleri çözer çözmez rüzgarlar dışarı fırlar, gemilerin yelkenlerini şişirirdi! Düğümleri çözünce, rüzgar dışarı fırlamazsa ne olurdu? O zaman, ya o rüzgar torbası kötü duaya uğramıştı ya da sahte bir büyücü onları aldatmış demekti!


Eski Romalılar da iyi olsun, kötü olsun, tüm büyücülerden korkarlardı. Bazı Romalı hükümdarlar ülkedeki tüm büyücüleri sınır dışı etmişlerdi. Zaman zaman, büyücülük yaptığı sanılan kuşkulu kimseler, uçurumlardan aşağı atılarak öldürülüyorlardı. Avrupa'nın ilk büyücü avı, M.S. dördüncü yüzyılda Roma kentinde başlamıştı. İmparator Valens , büyücülükle uğraşan herkesi en ağır şekilde cezalandırmaktan çekinmiyordu. Hatta, hastaları iyi etmek için çeşitli otlar kaynatarak ilaç yapmaya çalışanları bile ortadan kaldırıyordu. Midesindeki ağrıyı durdurmak için, kendi kendine sihirli kelimeler mırıldanan bir çocuk ölümle cezalandırıldı.






Zamanın din adamları, büyücülere, şeytan tarafından yönetilen kötü ruhlar gözüyle bakıyorlardı. "Büyücü" kelimesi yeni bir anlam kazanmıştı artık. Bu anlama göre büyücüler, doğrudan doğruya şeytanın kendisinden ya da putperestlerin tanrılarından insanüstü kuvvetler alan kimselerdi.


İlk önceleri, büyücülükle suçlanan kimseler çoğunlukla ağır cezalara çarptırılmak yerine, bu işlerden el çekmeye ya da günah işledikleri için oruç tutmaya çağırıldılar. Bazen de, para cezalarına çarptırılırlar ya da bir süre tutuklanırlardı.


Geniş anlamda ilk büyücü avı, on üçüncü yüzyılda Roma Katolik Kilisesi tarafından bir soruşturma(Engizisyon) ile başlatıldı. Bu soruşturmanın amacı, "Dinsizleri" araştırıp bularak cezalandırmaktı. Bu dinsizler, kilisenin öğretilerine inanmayan kişilerdi. Büyücülere şeytanın uşakları dendiği için, onlar herzaman Tanrı'nın da düşmanıydılar. Bu yüzden dinsiz sayılıyorlardı. Soruşturma yönetimi bu kimselere işkenceler yaptırıyor, gerekirse bunları yakarak ortadan kaldırıyordu.






On dördüncü yüzyılda "Kara Ölüm" denilen bir hastalık salgını, Avrupa'da yaşayan insanların üçte birini yok etti. Büyücüler, bu salgın sırasında içme suyu kuyularını zehirlemek ve şeytanla birlik olarak hastalığı çevreye yaymakla suçlandılar.




On dördüncü ve on beşinci yüzyıllarda, kötü büyücülerin sayısı gittikçe yükseldi. Hatta o kadar yükseldi ki, tüm Avrupa ülkeleri sanki onlar tarafından yönetiliyordu.




Kristof Kolomb, Amerika'yı bulduğu sıralarda, büyücüler arasında kitlesel tutuklanmalar ve cezalandırmalar sık sık görülür bir duruma geldi. Bu arada yüzlerce yıl boyunca, binlerce suçsuz insan asılarak ya da yakılarak öldürüldü.














Büyücülere Karşı Savaş




1486 yılında yayınlanan "Büyücülerin Çekici" isimli kitap, okuyucularına büyücüleri nasıl tanıyacaklarını, onları nasıl yakalayıp, bu zararlı kişileri nasıl öldüreceklerini anlatmaya çalışıyordu. Henry Kramer ve Jackob Sprenger adlarında iki keşiş tarafından düzenlenmiş olan kitap, sade bir dille, anlaşılması kolay bir biçimde yazılmış bir cep klavuzuydu. Okuyucular arasında çok sevildi ve tutuldu. O kadar ki, hemen Almanca, İtalyanca ve İngilizce baskıları yapıldı. İlk basıldığı tarihten onsekizinci yüzyıl ortalarına kadar Katolik ve Protestan yargıçlar tarafından resmi bir kaynak gibi kullanıldı.




Büyücülerin Çekici" klavuzu acımasız bir kitaptı. Okuyucularına, türlü işkence çeşitlerini öğretiyor, büyücülük yaptıklarından kuşku duyulan kişilerin kazıklarda yakılmaya layık olduklarını öğütlüyordu. Hatta, yavaş yanıp daha fazla eziyet çekebilmeleri için, kuru ağaç yerine yaş ağaç kullanılmasını önererek, büyücüler ölürken ne kadar çok işkence çekerse o kadar iyi olacağını ileri sürüyordu.


Bu kitaptan ders alan bazı yargıçlar da, büyücülere karşı açılan savaşın vahşi ayrıntılarını açıklayan kitaplar yazmaktan çekinmediler.


Fransa'da Nicholas Remy adında bir yargıç, 1595 yılında "Demonology" ismindeki kitabını yayımladı. Bu kitapta, lanetlenen büyücülerin çocuklarının da çırılçıplak soyularak, babalarının yakıldığı yerde demir çubuklarla dövülmelerinin gerektiği bildiriliyordu.




Çok geçmeden başka acımasız kitaplar da ortaya çıkmaya başladı. Almanya'da Benedict Carpzov adında bir yargıç, çıkardığı kitapta on yedi çeşit tüyler ürpertici işkencenin açıklamasını yapıyordu. Bunların içinde tırnakların arasına tahtadan kamalar çakmak, sonra bunları tutuşturmak gibi insanlığa yakışmayan korkunç yöntemler de vardı. Bu yargıç, büyücülük konusunda binden fazla duruşmayı karara bağlamış olduğu için büyük otorite ya da güvenilecek kişi olarak kabul ediliyordu. Çıkarmış olduğu kitap, 1728 yılına kadar duruşmalarda yasa kitabı gibi izlenerek uygulandı.




Duruşma kararlarını ya da büyücülere karşı yazılmaş olan işkence kitaplarını eleştirmeye kalkanlar, her kim olursa olsun, kazıklara bağlanarak yakılmak suretiyle can vermek tehlikesiyle karşı karşıya kalıyorlardı. Hatta, büyücülere karşı karar verirken biraz yumuşak davranan yargıçlar bile, böyle insancıl davranışları canlarıyla ödüyorlardı.




Alman yargıcı Dietrich Flade'nin kaderi böyle olmuştu. Bu yargıç aynı zamanda bir Alman üniversitesinin rektörüydü. Büyücü olduğundan kuşku duyulan bir vatandaşı duruşma sonunda serbest bıraktığı için, bulunduğu bölgenin o zamnki valisi tarafından tutuklanarak işkence edilmiş, sonra da boğdurulup kazığa bağlanarak yakılmıştır.






Büyücülerin Ortaya Çıkarılması




Onaltıncı yüzyıl Avrupa'sında kadınlar, erkekler ve çocuklar, büyücüleri bulmak ve yakalamak için sürekli uyarılırlardı. Bavyera Dükü Maxmillian, büyücülük yaptıkları konusunda kuşku uyandıran kimseleri ihbar etmenin zorunlu olduğunu, aksi halde böyle durumları gizleyenlerin suçlu duruma düşeceklerini kesinlikle duyurmuştu.




Büyücüleri ihbar edenlerin kimlikleri son derece gizli tutulur, böylece bu kişilere herhangi bir zarar gelmesi önlenmiş olurdu. Bunlar ihbar ettikleri kimseyle hiçbir zaman yüzyüze gelmezlerdi. Yaptıkları ihbarın doğru olup olmadığı da araştırılmazdı. Büyücülükle suçlanan sanıklar avukat tutamazlar, tanık dinletemezlerdi. Kendilerini savunabilmek için hiçbir seçenekleri yoktu. Avukat tutmaya izin verilen bölgelerde ya da eyaletlerde bile avukatlar büyücülerin savunmasını üstlenmekten çekinirlerdi; çünkü bir büyücüyü savunmaya çalışmak, o kişiyi "büyücü hayranı" durumuna düşürürdü. Bu da büyücü olmak kadar kötü bir durumdu.




Çoğu akıl hastası büyücü sanılır ya da büyücülerin etkisi altına girmiş kimseler olarak kabul edilirdi. Böyle akıl hastası bir kadın, bir gün mahkemeye giderek bir bebeği öldürdüğünü ve bebeğin cesedini şeytana verdiğini söylemşitir. Bir kaç gün sonra söz konusu bebeğin annesinin yanında sağ salim durduğu anlaşıldığı halde, akıl hastası kadın, bir büyücü gibi düşündüğü ve yalan söylediği için asılıp idam edilmişti.

MÜHRÜ SÜLEYMAN HÜDDAM YÜZÜĞÜ


MÜHRÜ SÜLEYMAN CİNLERE HÜKMETMENİN SIRRI




ZİKİR CİN YÜZÜĞÜ NEDİR ESRARI SIRRI NEDİR??



1.ZİKİR CİN YÜZÜĞÜ MANEVİ ALEME HÜKÜM ETMEK İÇİN BİR SENNET’DİR.

2.ZİKİR CİN YÜZÜĞÜ MANEVİ ALEME EMİR VERME YETKİSİ RÜTBE’DİR.

3.ZİKİR CİN YÜZÜĞÜ KORUYUCU ZIRH KALKAN VE ENERJİ ALANI’DIR.

4.ZİKİR CİN YÜZÜĞÜ KERAMET KAPISININ ANAHTARI’DIR.

5.ZİKİR CİN YÜZÜĞÜ TAŞIYAN CİNLER ALEMİNDE KOMUTAN’DIR.

6.ZİKİR CİN YÜZÜĞÜ ŞİFA KAYNAĞI TEDAVİ NUR’U DEPOSUDUR.

7.ZİKİR CİN YUZÜĞÜ SAHİBİNE HİZMET EDEN HUDDAM’DIR.





Evet kısaca anlatmaya çalıştık CİN yüzüğünü,bir çok insan bu ilimden habersiz ve bilgisiz.

Bir çok medyum veya hoca diye kendini adlandıran insanın aslında HİÇ BİR BİLGİ VE HÜKMÜ YOKTUR.!!



Her peygamberin bir asası olduğu gibi (güç kaynağı.güç vesilesi).manevi alemde sözü geçen ve

İtaat edilen biri olmak içinde bir güç ve bir enerji ye sahib olmak gerek.!

İşte bu zikir CİN yüzüğü bu görevi ihva etmektedir , nitekim bu ilme kur’anda şu ayetle işaret edilmekte;



(Derhal onu Süleymana anlattık, bununla berâber her birine bir huküm ve bir ılim vermiştik ve Davudun maıyyetinde dağları müsahhar kılmıştık, kuşlarla beraber tesbih ediyorlardı ve biz bunları yaparız )(enbiya suresi ayet:79).



Yani dağda değerli taşlar ve madenler vardır ve bunlar onunla birlikte zikir ve tesbih ediyorlardı.!bilinmektedir’ki her zikrin her tesbihin kendine has bir enerjisi ve titreşim’i frekansı vardır.!işte bu enerji ve frekans titreşimleri sayesinde(tv,radyo bilgisayar vs) uzağı yakın eder kamera ile dünyayı uzayda izleme olanağı sağlamaktadır.!işte zikir yüzüğü kişinin özeliklerine göre YETKİLİ biri tarafından hazırlanır ve zikirlerle kulanacak kişinin aurasına uygun ayetler ve buhurlar kullanılarak okunur ve sonra o kişi bu yüzüğü takar ve günlük zikirlerini okursa.!çok kısa zaman (40 gün) içinde birtakım görüntü ve sesler almaya başlar.!o gördükleri onun ordusu onu huddamları(hizmetçileri) olur onlara dilediği gibi hüküm eder ve dilediği işte kullanır ve bilgi alır.!



MANEVİ DEĞERİNE PAHA BİÇMEK MÜMKÜN DEĞİL.!



BİLAL HOCA EFENDİ DEN (ALINTI)

HÜDDAM NAME HÜDDAM NEDİR



Hüddamname



Hüddam Nedir?


Cenabı hak kuranı kerimden önce inzal buyurduğu kütüp (kitaplar) ve suhuf


(bazı peygamberlere gönderdiği sahifeler) un muhafazasınıda içindekilerle


memur olan insanlara vermişti. Fakat sonuç malum.


Kuranı kerimi ise bizlere hidayet kaynağı ve rehber olarak göndermiş ama


muhafazasını sadece bize bırakmamıştır. Kuranı kerimde “kuranı biz indirdik


ve onu koruyacak olanda biziz” buyurmuştur. Ayette geçen biz lafzı kuranı


melekler vasıtasıyla indirdiğine ve yine onları koruma işine vazifelendirdiğine


işarettir.


İnen her sure hatta her ayetle beraber onun muhafızı ve hadimi (hizmetlisi)


olan bir melek inmiştir. Her meleğin emri altında 1 den 70 bine kadar


yardımcı melek bulunur.


Cinlerden iman etmiş olandan bazı gruplar (kavim – sülale) da topluca bu


meleklerden birinin sevk ve idaresi altında yada bağımsız olarak hadim


olmaya gönüllü olurlar.


Ayrıca her mümin kuranı kerimin topluca hadimi ve bütün hükümleriyle


mükellefidir.Bu üç sınıfın (özellikle insanlar ve cinlerin) ilk görevi içindeki emir ve



yasaklara uymaktır.


İkinci olarak kuranı kerime yönelik yapılacak her türlü saldırıya, tahribat ve


tahrifat girişimine karşı canları pahasına onu korumak, saldıranlara


mukavemet etmek ve gerekirse onlara karşılık vermektir.


Melek ve cinlerin üçüncü görevleriyse o kuranı kerimi sürekli


okuyan (yada belli ayet ve sureleri bir maksat için olsun yada


olmasın) insanlara yardımcı olmak ve havas ve esrarından


istifade etmesini temin etmektir.


Peki Bu Hüddamlar Elde Edilebilirmi


Soruyu şöylede değiştirebiliriz. Hüddam edinmek diye bi şey


varmı? Ve mümkünmü?


Bu soru kafaları karıştıran çok çetrefilli bir sorudur. Şimdi biz


kısaca hüddam edinmek mümkündür diyelim. Nasıl olduğunu


anlattığımız zaman zaten cevap daha net anlaşılacaktır.


Hüddam Nasıl Edinilir?Bunun iki yolu vardır.



1- Kuranı kerimin tamamını yada belli sure yada ayetlerini


vird edinerek (sürekli ve düzenli şekilde okuyarak) o surelerin


hadimlerinin yardımı sağlanır. Bir insan bir ayet, sure yada


kuranı kerimin tamamını okuduğu zaman hadim olan melek


yada cinlerden birisi hemen orda hazır olur. Sürekli okuyan


kimse özel bir statü kazanır ve tutulan listeye girer. Kişi okurken


melek ve cinler başında pervane olurlar. İnsan yanlış okuduğu


zaman yüksek sesle doğrusunu okur ve düzeltirler. Böylece


kişinin hatasınıda tamamlamış olurlar. Eğer okuyan insan


dünyevi bir maksat için okumuşsa onu yerine getirmek için


çalışırlar. Uhrevi bir maksat için okumuşsa Allah’a o kişi adına


dua eder ve istediğini vermesi için yalvarırlar.


2- Hüddam edinmek deyince hepimizin aklına gelen,


sakıncaları hesap edilmeksizin keşke bende edinsem


dediğimiz, belirli usuller, azimetler ve riyazatlar sonucu kendini


bir sure yada ayetin hizmetine adamış olan Müslüman cinleri


kendine bende etmekten ibarettir.


Burada hemen şunu belirtmek isterim ki cinler bundan hiç


hoşnut olmazlar. Çünkü birinin hizmetine giren cin artık sure


yada ayetin hadimi değildir. Fakat Müslüman oldukları için,


sürekli o sure yada ayetin okunmasına hürmeten insana zararvermez ve isteklerini yerine getirir.



Bir kimse hüddam için riyazata girip evrad ve ezkara başladığı


vakit melek ve cinlerin bundan hemen haberi olur ve maksadını


bilirler.


Bir müddet kişinin riyazatı kesmesini beklerler. Eğer kesmez ve


devam ederse bıraktırmak için çeşitli şekillerde korkuturlar.


Daha bırakmazsa hadim taifesinden bir cin gelir. Eğer riyazat


yapan bu gelenin gerçek hadim olduğu düşüncesine kapılır ve


riyazatı bırakırsa (ki yüzde 90 ı bırakır) o cinle ömür boyu


görüşür. Yok bırakmaz devam eder ve usulü tamamlarsa artık o


cin taifesi surenin hüddamlığından azledilip o kişinin hizmetine


verilir. O surenin hadimliğine de başka bir taife geçer.


Her sure ve ayetin hüddamının bir unvan ve mertebesi vardır.


Surenin hadimliği görevi onlara geçince artık asıl isimleri ne


olursa olsun o unvan ve ismi kullanırlar.


Peki cinler kendilerine zarar verilmesine ve ulvi hizmetlerinin


son bulmasına sebep olan insanlara zarar verirlermi?


Cinler Müslüman olduğu için, okunan sure ve ayetinde


hürmetine riyazat yapana zarar vermezler ama buğzederler.Çünkü onun yüzünden ulvi bir vazifeden alınmışlardır. Velevki



riyazat yapan kişi islamı hakkıyla yaşayan kişi olmasa bile.


Fakat bazen aile efradı eğer uygunsuz yaşayan insanlarsa


onlara zarar verebilir yada korkutabilirler.


Tavsiye!


Ben kendime ayrılan bu bölümde hadim olan cinler nasıl elde


edilir onu anlatmayı uygun görmüyorum. Neticede o cinler


kuranı kerim için kendilerini adamış Müslüman cinlerdir. Riyazat


yada başka yollarla elde edilmelerini hem hoş hemde etik


bulmuyorum. Çünkü bu onları kuran hizmetinden alıkoyup


kendimize hizmetçi yapmaktır.


Eğer o cinler Müslüman olmasalar ve kendilerini hizmetine


adamış oldukları surenin hatırı olmasa elde etmeye çalışanlara


çok büyük zararlar verirler. Fakat zarar vermemeleri bu işin bir


cezası olmadığını göstermez. Hüddam edinmenin zararları çok


büyüktür.


1- Dünyadaki Zararı: Hüddamcı yada cincilerin bu güne


kadar iflah oldukları nerdeyse hiç görülmemiştir. Cinler


sayesinde bir takım dünyalık edinen insanlar belli bir süre sonra sefalete düşmüşlerdir. Zira cinler o kişiye gece gündüz



durmadan beddua etmektedirler. Yine hüddamcı ve cincilerin


ölüm anlarıda çok zor geçer. Dünyadayken ibadetlerinden zevk


ve tat alamazlar. Yanlarına ne melek nede ruhaniyetler


yaklaşmaz. Çünkü onlar zalim durumuna düşerler. Allah’ın


rahmetide zalimlere tecelli etmez. Ölüm zamanları gelince


başlarında hiçbir melek (bedenlerinde vazifeli olanlar hariç),


hiçbir ruhaniyet bulunmaz. O cinlerde artık onu terk etmişlerdir.


Dolayısıyla şeytanla baş başa kalırlar. Şeytan onların imanını


(bulundukları zor durumdan istifade ederek onu kandırıp ki ölüm


anı insanın en zor zamanlarından biridir) ellerinden alırlar.


Azrail a.s de onların canını bir kafir ve zalimin canı nasıl


alınıyorsa öyle alır.


2- Ahiretteki Zararı: Başta peygamberimiz olmak üzere tüm


nebilerin, velilerin ve kuranı kerimin şefaatından mahrumdurlar.


Cinler kendilerini zorla hür iken zorla esir eden, kuran


hizmetçisiyken bu hizmetten mahrum eden insandan


şikayetçi olacak ve haklarını alacaklardır. Şunu unutmayalım ki


kul hakkı sadece insanlar arasında cereyan eden bir hadise


değildir. Cinlerle insanlar hatta hayvanlar arasında bile bir


hukuk vardır ve her hak er yada geç sahibine iade edilecektir.


Ayrıca kuranı kerimde bu kişiden şikayetçidir. Çünkü kuranın


ayet ve surelerini dünya menfaatı için kullanmış, kuranı para


karşılığı satmıştır. Kendisine ve tüm insanlara Allah’ın


meccanen (karşılıksız olarak) hidayet, kurtuluş ve şifa kaynağı


olarak gönderdiği kuranı kerimi maksadının dışına çıkarmış ve


menfaat kaynağı olarak kullanmıştır. Peygamberimiz bir hadisi


şeriflerinde “kuranı kerim ahirette mutlaka karşınıza çıkacaktır.Ya (ya rabbi bu beni öğrendi, okudu, bende yazılanlarla amel



etti….. diye) şefaatçı olur yada şikayetçi olur. Şefaatı da


makbuldür (şefaat ettikleri cennettedir) şikayetide makbuldür”


buyurmuştur.


Acizane site sahiplerine tavsiyem bu tür usul ve tarifleri sitede


yayınlamamalarıdır. Yakından tanıdığım aynı zamanda da


hemşerim olan değerli ve büyük havas alimi celebi kardeşimin


de bu sakıncaları bildiğini biliyorum. Bu siteyi kurarken


amacınında zaten yanlış olan bilgilerden arındırılmış bilgilerin


olduğu bir site kurmak olduğunu söylemişti. Bu amaca uygun


hareket etmesi en büyük temennilerimdendir.


Evet bu tür siteler rağbet görmez, ziyaretçilerin çoğunun aradığı


şeyler büyü – sihir, c,n davetleri, yada hüddam usulleridir. Ama


birkaç kişide olsa saf bilgiler için bu siteleri ziyaret ederler.


Maksat ticaret olmadığına göre ulaşılabilen üç beş kişi büyük bir


kitle demektir.


Saygılarımla.

0 yorum :

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

HAVAS İLMİ NEDİR

-->


Havas İlmi


Havas ilmi Kur'ân ve sünnet üzeri yapılan manevî bir tedavi şeklidir. Bir ismi de RUKYE ilmidir. Rukyecilik Allah Resûlü (S.A.V)'in tedavi şeklidir. Bu tedavi, mânâ âleminin doktorlarından ve mürşidlerinden alınan himmet ile yapılır. Bir adı da gizli ilimlerdir. Allah'ın ilmidir, bu ilme sahip olmak için çok uzun bir eğitim sürecinden geçilir. Bu ilmi öğrenebilmek için bir öğretici bir mürşid esastır. Bir şeyhten yetki ve himmet alınmadan yapılmaz. Havas ilmi, Rahmani cihetten melekler,hüddamlar ve manen güçlü mümin cinlerle irtibata geçerek kâfir cinlerle mücadele etmek için Allah tarafından verilen bir ilimdir. Elde edilmesi çok zordur. Bu ilmin delillerinden bir taneside FETİH SURESİNİN 4.ayetinde geçer.

.İmandaki yakînlerini iyice artırsınlar diye müminlerin kalplerine sekîne indiren O’dur. Göklerin ve yerin orduları Allah’ındır. Allah her şeyi hakkıyla bilir, tam hüküm ve hikmet sahibidir.


Havas alimlerinin görevi bedene giren, insanlara musallat olan kâfir, suflî cinleri oradan çıkarıp bedeni bu cinlerden temizlemektir. Havas alimleri fizik âlemindeki doktorlar gibidirler, onların kendilerine has metodları vardır.
Bugün piyasada bulunan medyumların hiç biri havas alimlerinin yaptığı işi yapamaz.

Kur’an’ı kerim’deki Sure-i şerifelerin ve Ayeti kerimelerin, Esma-i ilahiyye ve Evrad ı celilelerin hassa ve te’sirlerini konu edinen bu mübarek ilim 80 küsur İslami ilimden birisidir. Havas ilminin geçmişi Sahabe ve Tabiin dönemine kadar uzanır.

Hz. Ali, Hz. İbni Abbas ve Hz. İbni Selam gibi bazı Sahabiler ile Tabiinden Hasan Elbasri, Mukatil ibn-i Süleyman ve kelbi, Ca’fer Essadık gibi bazı Zevatı Kiram bu ilimle uğraşmışlardır. Sonraki asırlarda İmam Ahmed Elbuni, Şeyhi Ekber Muhyiddin’i Arabi, İmamı Deyrebi ve büyük Muhaddis İmamı Abdullah Yafii ile Ebu bekr İbni Vahşiyye ve Celdeki gibi büyük Alimler ve mübarek Veliler bu sahada kıymetli Eserler te’lif etmişlerdir.

Bu İlimle meşgul olan Alimlerden biriside Hüccetül İslam İmamı Muhammed Gazali hazretleridir. Havassül Kur’an ve El evfak gibi muazzam eserleri vardır. Bu azametli İlim uçsuz bucaksız bir Okyanus gibidir. Bir çok dallara Ayrılmıştır.

Özellikle Havas İlminin en önemli uğraşlarından birisi olan Vefkler'in pek büyük etkisi olup Mü’minlere bir atiyye ve Rahmeti İlahi’dir. Ayrıca bir çok hastalıkların tedavisinde Kur’an Ayetlerini gerek kıraat etmenin, gerek Yazarak istimal etmenin pek mu’ciz etkileri yüzyıllardır müşahede edilmektedir.

Sözün özü bu ilme vakıf olan kişiler pek çok çaresiz hastalıkları biiznillah Şifaya kavuşturur, birbirlerine dargın olan kimseleri barıştırır ve şer maksatla, Mevla’nın razı olmadığı hususlarda birleşmiş ehli fesat kişileri birbirinden ayırır. Velhasıl Müslümanların dert ve müşkilatlarına derman olurlardı. Bu günde bu güzide ilmin derin sırlarından yararlanarak insanlara faydalı olmak Tabii ki mümkündür.Ama mümkündür derken herkesin yapabileceği bir ilim değildir.Bunun için tefsir ,hadis,fıkıh ve tasavvufla ilgili bilgilerde gereklidir.Özellikle tasavvuf ilminde bir mürşidi kamilden icazetli olmak şarttır.Aksi halde çok tehlikelidir.
Hz. Kur’an’ın hassa ve te’sirleri de tıpkı hükmü gibi kıyamete kadar bakidir.HER İŞ HER İLİM EHLİNEDİR.Öyle olmasaydı herkes bugün kafasına göre doktor olurdu mühendis olurdu ,alim olurdu ama istidat meselesi vardır ve ilahi hikmetler dairesinde herşey yerine göre verilir.(BİLAL HOCA)